kraliçe elizabeth ve temel

Temel Istanbul a gelmis, yürüyormus. Bu arada 5 dakikada bir top
atislari duyuluyormuş. Merak edip sormus. “Hemserim bu top atışları
neyin nesi?” diye. Kraliçe Elizabeth’in gelmesi sebebiyle top atışı
yapıdıgı açıklanmıþ Temel’e. Aradan yarım saat geçmiş ve top atşþları
halen sürüyormuş. Temel yine sormuş bir baskasına “Bu top atışları
neden?” diye. Aynı cevabı alınca başlamış söylenmeye… “Ulan, yarım
saattir bir karuyu vuramadülar be

temel ve azrail

Azrail temelin yanına gelir ve kardeş vaktin tamam hadi gidelim der.

Temel de uyanık ya yalvarır bana 5 yıl süre ver ondan sonra gel al
canımı azrail tamam der temel de kendi kendine pilot olursam beni
havada yakalayamaz derken 5yıl sonunda azrail pilot temelin yanına
gelir ve vakit doldu gidelim der

temelde şimdi canımı alsan arkada 300 yolcu var onlar ne olacak der

azrail : oglum hepinizi bir araya getirene kadar anam ağladı zaten

Katil Temel

Temelle İdris meyhaneye girdiler. Rakılar geldi…
Yarım saat sonra İdris sordu:
-Söyle pakayum, bir bir daha ne eder?
-İçi dedi, Temel.
İdris bıçağını çekip Temeli vurdu.

Karakolda komiser gürledi:
-Arkadaşını neden öldürdün?
İdris içini çekti:
– Çok şey pileydu!

MEVLANA’NIN 7 ÖĞÜDÜ



Cömertlikte yardım etmede akar su gibi ol

Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,

Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol..

Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,

Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol,

Hoşgörülükte deniz gibi ol,Ya olduğun gibi görün… 

Ya  göründüğün gibi ol

BUNLARI BİLİYORMUYDUNUZ?

Kendinizi Türklere Emanet Edin
16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine “Hıristiyanlığın şövalyesi” ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan’ın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde:
“Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rus’a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler” diyerek nasihat ettiğini …(2)

Talan Edilen Mirasımız
Şanlı Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazinin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç’teki türbesini ulu hakan Abdülhamid Han’ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile, döşettiğini . . .
Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasp edilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını… (3)

Ecdadımızın Silinmez İzleri
1976 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen’in bir ara söze: “Bu Suudi Arabistan’ın ilk tuzdan arıtma tesisidir” diye başlaması üzerine
Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:”No… Sör… Bu Suudi Arabistan’ın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlılar’ın 1800.lü yılların sonunda yaptığıdır” diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini ,,(4) Daha fazla

zimem (veresiye) defteri

Osmanlılar zamanında Ramazan günlerinde tebdil-i kıyâfet ile, pek çok zengin, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav dükkânlarına gider,
onlardan Zimem Defteri ‘ ni (veresiye defteri) çıkarmalarını isterlerdi. Daha fazla

Gül ve Diken, Gelenler ve Gidenler

Osmanlı, “cihan hakimi” bir devletti.
En haşmetli çağını Yavuz Sultan Selim’le yaşadı. Yavuz, “dünya bir sultana çok, ikisine az” diyecek kadar kudretli bir padişahtı…

Kanuni döneminde devletin azameti öyle bir zirveye ulaşmıştı ki, sultan bol keseden, halklara ve milletlere ayrıcalıklar –ki sonradan onların çoğu Türk milletinin önüne fatura olarak kondu- veriyordu.

İşler o kadar rutine binmişti ki, hayatın temel yasası olan “tağayyür ve tebdil” (değişim ve başkalaşım)in gelip bir gün devleti alaşağı edeceği akıllara bile gelmezdi.

Hatta 1700’lerin başında Fransa’da verilen bir resepsiyonda, “Osmanlı’nın insan eliyle yıkılıp yıkılmayacağı” tartışılmıştı.

Unutulan bir şey vardı:

“-Kullu men aleyha fân!” (Rahman/ 25) (Yeryüzündeki her şey fanidir)

Evet her şey fani, her şey geçici idi. Geçici olmayan tek şey “değişim”di. Atomdan galaksilere ve evrene kadar her şeyde bir değişim vardır. Ve değişimin yönü kesinlikle olgunluğa doğruydu.

Osmanlı için “Devlet-i Ebet-Müddet” denirdi. Yıkılmaz sanılırdı.

Oysa her şey; insan, fikir, yıldız, kainat… her şey baş döndürücü bir hızla, kendisine takdir edilmiş olan kemale doğru hızla değişiyordu. Kemale eren ya yok olur ya başkalaşırdı.

Kelebeğin kozay, kozanın kelebeğe dönüşmesi gibi sonsuz bir dönüşüm içerir bu evren.

Osmanlı da değişecekti ve değişmek zorundaydı.

Ama o kendisini değiştirmedi, yapısını, zamanın rağbetlerine uyduramadı. Bilgiyi ıskaladı.

-Mamafih, bizim yurtlarımızda bilginin üretilemez hale geldiği zamanlar çok önceden başlamıştı. Son bilim adamımız Ali kuşçu Fatih zamanından sonra ölmüştü.- Daha fazla

İnşallah derse yakaran inşa eder Yaradan.

“…Birileri buna izin vermedi
Buralarda yaşamak izne tabi”

Can çekişiyorum zamanın kıskacında,sancılarım bana unutturuyor kendimi
Kayboluyorum ağrılarım içinde,etime bıçak gibi saplanıyor sızılarım.
Ne gelecek hayallerim aklımda ne bitmez telaşlarım…
Bazen sadece bir baş ağrısı yenik düştüğüm,bazen bir kaç derece fazlalık;ateş…
Bu kadar yeter çok önemli planlarımı (!) alt üst etmeye
Sonrasını geç !

Kıvranırken,ellerimi sıkıca bağlamışım kendime.
Elim uzanmıyor sevdiklerimin ellerine,onların ellerinde tutunamıyor.
Kendime anlatıyorum dertlerimi.Yalnız kendim anlıyorum kendimi.

Ruhumda el çekmiş bel bağladıklarından.
Şimdiden devriliyor gibi “sarsılmaz” fikirleri
Boşuna yük etmişim aklıma bu zifirleri
Yeni yeni anlıyorum neden bu denli inlediğimi:

Baş ucunda beklerken hastalığın,farkettim de bir kaç şeyi:
Sahi! Nerdeler hayallerim ? Nereye kaçtılar sicim gibi ?
Hele o ! O rutin işlerim. Hani olmazsa olmazlarımdandı.
İtiraf etsin hadi , gitti , gitti işte hepsi !
Umutlarım bile mi ? Ah evet ! Onlar yiteli çok olmuştu zaten.

Ve nihayet yalnızım işte !
Şimdi ne altında ezildiğim o bitmez telaşlarım
Ne kendisi gelmeden yorulduğum “gelecek hayallerim” yanımda.
Sadece ben varım hayatta.
Pek de yalnızlık değil aslında,”yalınlaşmak” denir buna.
Ve kendime geliyorum yakınlaştıkça aslıma. Daha fazla

Derviş Kaşıkları..

lale.jpg

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine; “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” “Bakın göstereyim” demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Daha fazla

vermeyince mabud neylesin sultan mahmut

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor. Tıkandı baba, çay getir, Tıkandı baba, oralet getir, vs.

Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş; “Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?”, “Uzun mesele evlat” demiş Tıkandı baba. “Anlat baba anlat merak ettim” deyip çekmiş sandalyeyi. Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;

Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasada olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken Cebrail göründü ve “Tıkandı baba, tıkandı. Uğraşma artık” dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı baba”ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. şimdide burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz. Daha fazla

Previous Older Entries